BİLGİ, YAŞAMAKTIR
Yunus Emre’nin, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” Hadis-i Şerif’inin bir bakıma te’vili sayılabilecek “İlim, ilim bilmektir./ İlim kendin bilmektir. / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır?” şiiri hatırıma geldi de düşünmeye başladım: Devlete itaat, vatana sadâkat, ana-babaya saygı, büyüklere hürmet, küçüklere sevgi, başkalarının hak ve hukukunu ihlâl etmemek, çevreye zarar vermemek, örnek olmak, hayırla yâd edilmek, sevmek-sevilmek… hep bilgi gerektiren ve o bilginin yaşayışa ışık tutacak güzellikte ahlâki özelliklere sahip olmasını zorunlu kılan, bizi “biz” yapan değerlerimiz…
Saydıklarımın hepsi, mübarek dinimizin zengin bahçesinin nâdide ürünleri. Anlamak için Müslüman olmak, imanın lezzetini tatmak, Yüce Yaratıcıya köleliği en büyük hürriyet bilmek lazım. Bu bağlamda “Allah’ı bulan neyi kaybetmiştir; Allah’ı kaybeden neyi bulmuştur?” sözünü tefekkür etmek ve anlamak lazım!..
Çocuğuna yaptırması gereken aşıyı, acımasın diye kendine yaptıran ve sonuçta hastalığa yakalanan çocuğunu “Niye hastalandı acaba?” diye merak eden babalar bilmelidir ki “Üstadın cevrini çekmeyen çocuk zamâneden çok cefa görür.”…
Allah’ını sevenin; yürüyenden, oturandan, konuşandan, âmirden, memurdan, işçiden, sanatkardan, işsizden, kumarbazdan, zalimden şikayet ettiği günümüzde bir türlü anlamak istemiyoruz ki, bütün bu sıkıntıların temelinde Allah’ı bilmemenin O’nun dünya ve ahret reçetesini uygulamamanın alerjileri, bulantıları, belirtileri, tezahür etmektedir. Çâre, Allah ve Resûlüne itaatte. Çözüm, islâmın gerçekten yaşanmasında.
Zaman zaman her birimiz, Nasreddin Hoca’nın helva hikayesi gibi “Be adam! Yağın, unun, şekerin, ateşin var. Ne diye helva yapıp da yemezsin?” mantığından hareketle “ Kitabın, defterin, kalemin, okulun, hocan var. Ne diye hakkıyla okuyup, doğruyu ve Hakkı belleyip bu şikayetleri bitirmezsin?” diyesi gelir ama, mesele o kadar basit değil!.. Köşe dönmenin, maharet; helal-haram seçmemenin, akıllılık; alın teriyle kazanmanın, neredeyse tevekkellik; hak-hukuk tanımanın, saflık olarak görüldüğü bu kıyamet arifesinde kime, neyi, nasıl anlatacaksınız?! Hem siz kim oluyorsunuz ki? “ Bilgi ve hikmet dediğiniz şey, size kendi günahkâr nefsiniz adına ağlamanın yanı sıra, toplumun gidişatı için uykularınızın kaçmasına sebep olmaktan başka ne işe yaradı ki” diye sorsalar ne cevap vereceksiniz?!
İnsanlara nasıl anlatacaksınız ki, toprağın üzerinde zevk için yürüyenle o toprağı vatan ve namus olarak gören ve gözeten kişilerin bakış açıları da, değerlendirmeleri de çok farklıdır?!
İnsanlara nasıl anlatacaksınız ki, Allah ve inanılacak şeylere iman ettiğini söyleyip, Kur’an- Kerimde hep salih amellerle (namaz, oruç, hac, zekat) beraber anılan bu imanın ibadet kısmı olmazsa rüzgarın önünde her an sönecek bir mum gibi bir sonuçla karşılaşabilir ve ebediyet mülkünü azab ile geçirebilirsiniz?!
İnsanlara nasıl anlatacaksınız ki Büyük İskender’e : “ Babana mı, hocana mı daha çok hürmet edersin?” diye sormuşlar da “ Hocama” demiş. “ Niçin? “ diye sorduklarında: “Babam beni gökten ( Ruhlar âlemindeki mukadderatımdan) yere indirmiştir. Hocamsa, yerden göğe (rûhen yükseltmeye) vesile olarak çıkarıyor.”
Bunlar pahalı sözler. Şuursuz, bilgisiz ve vasıfsız rehberlerin eli altında yetişen gençler, lambada dansını, falan şarkıcının imzalı resmini, filan şarkıcının konserinden vücuduna jilet atmayı, mahalle çetelerini . . . özümsemekten; Allah aşkına, Peygamber sevgisine, büyük-küçük saygısına, dost muhabbetine, gönül ve çevre temizliğine, tarih şuuruna, insan ve eşya hukukuna nasıl yer ayırsın?!
Daha putları devirmeden, toplumdaki binbir türlü cahiliye adetini yasaklamadan ilmi emreden, bilgiyi hedefleyen,Allah’ı hatırlatan ve “Yaratan Rabbinin adıyla oku” (Alak Suresi, Ayet:1) buyuran islamın 21. asırdaki mümessilleri, okuyarak veya okumayarak bu kadar cahil, bu kadar vurdumduymaz olmamalıydı. Ama, ne yapalım ki gül ile diken beraber bulunuyor. Bizler, diken ile uğraşmayıp gülü demet yapmaya çalışmalıyız.
Bu memleket; Allah korkusu taşıyan insanların sulbünden gelmiş, helal süt emmiş, helal rızk ile beslenmiş, kaynağını Hak’tan alan doğru bilgi ile bezenmiş bahtiyar bir neslin yetişmesi ile kendine de, ecdadına da, vatanını da kurtarma şuuruna erecektir. Bugün, olumsuzlukların kaynağının tespit edilmiş olması da esasen bir başarıdır. Bir İslam mütefekkirinin “Eğer, vezir padişahtan korktuğu kadar Allah’tan korksaydı melek olurdu.” Sözündeki mânâyı toplum fertlerine yayarsak mesele hallolmuş olacaktır.
İman da , imanın gerektirdiği güzel ahlakı yaşamak da, gönül yapmak da, hoş sada bırakmak da, sevilmeye layık olanı sevmek de hep bilgi ile olur. Bir çuval pirincin kaç milyon pirinçten oluştuğu ile, bir çuval pirinci uygun ortama ekme neticesinde elde edilecek sonuçların arasındaki tezat gibi; İlahi kaynaklı olmayan, netice olarak o kaynağa imanı pekiştirmeyen her türlü teferruat, abesle iştigaldir. Çocuklarımıza, gençlerimize, arkadaşlarımıza dünya ve ahret saadetini temin edecek her türlü bilgiyi kendi kuralları içerisinde ve mazeret üretmeden vermemiz boynumuzun borcudur.
Unutmayalım ki: “ Kırk gün ana rahminde kalan bir damla su, şeklen insan olur. Akıl ve edebe mâlik olmadıktan sonra kırk yılda yaşasa ona hakikatte insan denemez.”
Miktat EYÜPOĞLU – GÖNÜL PENCERESİ MAKALELER 4