NE OLDU?
Allah dostlarından birinin “Yerden güller bitmesine şaşmayın; zira, bu toprağa nice gül endamlılar girmiştir.” Hüsn-i ta’lilini hatırlayarak düşünmeye başladım :
Ne oldu bu mukaddes topraklara ki, gül endamlıları da, onları anlayanları da, sevenleri de bizden esirgemeye başladı? Yoksa, insanlarımız yaradılış maddeleri olan topraklarına (fıtratlarına, özlerine, cevherlerine) ihânet mi ediyor? Nesil mi bozuldu, maya mı karıştı ki basîretler köreldi, firâsetler kayboldu? İyi insanlar iyi atlara bindi gitti mi yoksa?!
Hangi mânevi değerler kayboldu da, tuvaletindeki kırık – dökük testisinin yerine yenisini aldığı halde onun yanında edeb yerlerini göstermekten hayâ eden insanların torunları; anadan üryan olarak davet edildikleri güzellik yarışmalarında (!) kuyruğa girmeye ve hayatlarının fırsatını (!) yakalamaya can atıyor?!
Ne oldu da, Boğaz köprüsü ve emsâli zirveler birer giyotin haline geldi? Ne oldu da, her gün en az yirmi insanımız, imanının kendisine yasakladığı içki neticesi şu veya bu kazaya kurban gitmekte?
Ne oldu da, Allah ile kavgalı, şeytan ile barışık hale geldik? Ne oldu bize ki, müslümanız da Kitabımızı okumayı ve anlamayı düşünmeyiz? Ne oldu bize ki, dinini – diyanetini anlamaya ve anlatmaya çalışan insanları “ tu kaka” etme yarışına girdik?!
Sahi, ne oldu bize? Analara – babalara evlâtlarından memnun olup – olmadıklarını; komşulara, komşularını; patronlara, işçilerini; memurlara, âmirlerini … sorsak ne cevap alırız dersiniz?
İnandığı değerleri yaşayamayanlar, yaşadıkları hayatı islâmın yerine koyup, sonuçlarına bakarak islâmı ve Müslümanları yargılamaya mı başladılar, yoksa?.. Müzmin bir hastalığa yakalanan hastanın, doktorun reçetesini uygulamadan “iyileşemedim” diyerek şikayet hakkı olur mu ?
Allah (c.c.)’ın huzurunda secde edemeyen nasipsiz başların, üç kuruşluk dünya menfaati için takla atması hangi kıstasa göre akıllılıktır? Hayatlarını “nemelazımcılık” ve “lüpçülük” üzerine bina eden dünya dostlarına dense ki “ Allah sizi, dünyada seçtiğiniz meyhane, kumarhane, pavyon dostlarından ayırmasın. Dünyada seviştiğiniz, tuzaklar kurduğunuz zâlimler, mütekebbirler, azgınlar ve sapıklarla ahrette de haşretsin” bu, dua mı, beddua mı olur? Sonuç bu olmayacak mı ? İnandığımız Kur’an binlerce âyetiyle bunu bize ihtar etmiyor mu ?!
Nasreddin Hoca’nın eski bir sarığı varmış. Hoca sarığın ucunu bulamadığı için satmaya karar vermiş. Pazar yerine giderek alıcısını da bulmuş. Alıcı sarığı incelerken Hoca kulağına eğilerek “ Efendi! Benden duymuş olma ama, ben bu sarığın ucunu bulamadığım için satıyorum, sen bilirsin ama sakın alma “ demiş. Sarığı ucu bulunamıyor ama, hayatın ucu da bucağı da belli. “İnci, deniz dibinde, çerçöp vurmuş sahile” diyen Muhammed İkbal’in sözünde olduğu gibi, insanlarımızın çoğu sâhile vuran çerçöp için (dünya hayatı için) deniz dibindeki inciyi ( ebedi kalınacak yer olan ahireti) feda ediyor, yazık …
Hz. Mevlânâ : “ Herkesin başında bir böbürlenme havası eser, ama ecel silsilesi de bir gün onların kafasına iner” derken, gâfillerin unuttuğu müthişbir hakikati veciz bir şekilde dile getiriyor.
“Kümesi iyi tanıyor diye tilki, bekçi yapılmaz” denilse de, “ Dağa konup, tekrar uçan kuş o dağı ne arıtır, ne de eksiltir” hikmeti söylenmiş olsa da; kime , neyi, nasıl anlatacaksınız ?! “ Herkes yaldızlı söz söylemek sevdasında … Ben, o sevgiliye aşıkım ki, susmasını bilir” buyuran Mevlânâ (K.S)’nın ifadesi gibi, halden anlamayı toplum olarak öğrendiğimiz gün “ Ne oldu?” sorusunun cevabını vereceğiz inşallah…
Bizi batıran, yanlış hedeflere yönelten, yanlış işler yaptıran, yanlış mekanlarda yanlış dostlar seçtiren dünya hırsıdır, fâni (geçici) olana bâkî (ebedi/ sonsuz) olana tercih etme hastalığıdır. Mevlânâ hazretlerinin “ Su, geminin içine girerse, onu batırır; altında bulunursa , onu yüzdürür” sözünü pek azımız duymuş, duyanların da çok azı gereğini yerine getirmiştir…
Kur’ânda , Rabbimiz: “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini islâma açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.Allah, inanmayanların üstüne işte böyle bir murdarlık verir.” (En’am Sûresi, Âyet : 125) ; “ De ki : Ey kavmim ! Elinizden geleni yapın ! Ben de yapacağım ! Yurdun (dünyanın) sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zâlimler iflâh olmazlar.” (En’am Sûresi , Âyet : 135) ; “ Âyetlerimizi yalanlayanlar ve büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Allah’a iftira eden ya da O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Onların kitaptaki nasipleri kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz (melekler) gelip canlarını alırken “Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz tanrılar nerede?” derler. (Onlar da ) “ Bizden sıvışıp gittiler” derler. Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.” (Araf Sûresi, Âyet : 36- 37) buyuruyor.
Tekrar tekrar kendimize soralım : Ne oldu bize ?
“İnsana, aradığı şeye bakarak değer biçilir.” (Hz. Mevlana)
Yorumlar (1)
Yorum Ekle